Alexander McQueen
“Parti tadında defileler sunmayı reddediyorum. Defilemi izleyenlerden ekstrem reaksiyonlar bekliyorum. Kalp krizi geçirsinler, hatta ambulanslar gelsin…”
Lee’in hikayesindeki bu ihtiras zaman içerisinde hüzünlü bir vedaya yenik düşse de, gerçekleştirdiği moda devrimleri her devir galip gelecek. McQueen: The Illustrated History of the Fashion Icon kitabındaki illüstrasyonlarla anlatıldığı üzere, karanlığın aydınlıkla buluştuğu, imkansızın olasılıklarla kavuştuğu ve niteliğini isyandan alan bir hayattı onunki…
“Sıradan insanların estetiksiz bulduğu şeylerde bile güzellik görebiliyorum. Kusur içeren her şey güzeldir.”
Lee’nin sıra dışı stilini anlamak için 70’ler ve 80’lerin Doğu Londra’sına ışınlanmak gerekir. O dönem sokaklarda yaratıcılıktan çok öfke ve şiddet barınırdı. Şehrin hoyratlığı, gri ve solgun bir atmosfer resmeder; hayal gücü geniş olmayanlar bu kareden ilham alamazlardı. Lee’nin “Her şeye rağmen dürüst bir yerdi. Sahiciydik” dediği Stratford, ona hem dramatik bir göz, hem de emsalsiz bir tasarım gücü bahşetmiştir.
Modaya ilgisi genç yaşta başlayan Lee Alexander McQueen 17 Mart 1969’da Londra’da doğdu. Taksi şoförü bir babanın ve öğretmen bir annenin 6. çocuğu olarak dünyaya gelen Lee’nin modaya ilgisi daha çok genç yaşta ablalarına tasarladığı elbiselerle başlamıştır. 16 yaşında okulu bıraktıktan sonra İngiliz Kraliyet ailesi başta olmak üzere, birçok tanınmış politikacının müdavimi olduğu modacı Savile Row’da stajyer olarak çalışmaya başlayan Lee staj tecrübesi sayesinde bir takım elbisenin baştan sonra hangi aşamalardan geçerek elde dikileceğini, kalıbının müşterinin beden tipine göre nasıl tam olarak çıkartılabileceğini ve en ince terzilik detaylarının tümünü öğrenme fırsatı bulmuştur.
Stajı sonrasında akademik kariyer hedefleyen Lee Alexander Mcqueen, terziliği en ince detaylarına kadar öğrenmiş ve okula devam etmeye karar verdiğinde elinde muazzam bir portfolyo ve iyi bir kariyer olduğu için girdiği dünyanın en ünlü tasarım okullarından Central Saint Martins College’dan yüksek lisans deracesiyle 1994 yılında mezun olmuştur. Başarılı bir eğitim dönemi geçiren Lee’yi mezuniyetinde bekleyen ilginç bir hikaye vardır; tasarladığı koleksiyonun hepsini sadece tek bir kişi satın almıştır, bu kişi ünlü editör Isabella Blow’dur. Lee’nin mezuniyetinden sonra, ikili birlikte çalışmaya başlamıştır.
Laputa: Castle in the Sky
“Lee tamamen deli biriydi’’ söylemiyle Lee’yi tanımlayan ünlü modacı Julien Macdonald, ‘’Bir dakika önce herkesle cana yakın bir şekilde konuşurken aniden dönüp aynı kişilere defolmalarını söyleyebilirdi” demiştir. Ünlü modacının yakın arkadaşları ile bu şekilde sorunları olsa da agresif tavırlarla yalpalayarak yürüyen, dünyaya küstah tavırlarla bakan modellerin yine bir o kadar asi punk çağrışımlar yapan kıyafetlerle podyumda yürüdükleri 1995 yılında sergilediği “Highland Rape” defilesi ile ününe ün katmıştır. Bu defile, Lee’ye British Fashion Council tarafından “Yılın Moda Tasarımcısı” unvanını kazandırmıştır.
1996’da dünyaca ünlü Givenchy markasının başına geçen Lee, Mart 2001’e kadar Givenchy’de çalışmış, daha sonra “yeteneklerini kısıtlayan” anlaşma şartları nedeniyle bu pozisyonundan ayrılmış ve kendi markasını kurmuştur. Bu süre içerisinde Gucci’nin %51 hissesiyle kreatif direktörü olmuş, 2005 yılında Puma için tasarımlar yapmış ve 2007 yılında MAC ile çalışmış dört kez üst üste yılın tasarımcısı seçilmiştir.
Kendi çalışmalarını başarıyla sürdüren ünlü modacı yakın dostu Isabella Blow’un zehir içerek intihar etmesini henüz atlatamamışken 11 Şubat 2010 tarihinde, 41 yaşındayken hizmetçisi tarafından evinde ölü olarak bulunmuştur. Uyuşturucu, depresyon, aşırı kaygı ve sürekli artan strese bağlı olduğu iddia edilen intiharını, çok sevdiği annesinin vefatından sadece 9 gün sonra gerçekleştirmiştir.
Geride yalnızca “Köpeklerime iyi bakın. Sizi seviyorum, özür dilerim. Lee” yazan kısa bir not bırakarak intihar eden ünlü modacının genç yaşta ölümü, tüm dünyayı sarsmıştır.
“Öldüğümde, herkesin 21. yüzyıl modasının benimle başladığını bilmesini isterim.”
Lee’nin tılsımı sadece üstün tasarım yeteneğinden ibaret değildi. Başına buyruk asi ruhu da, herkesi kendi tarafına çeken mıknatısın bir parçasıydı. İsyankar tasarımcıya mentorluk yapıp, en iyi dostu olacak Vogue editörü Isabella Blow’un söylediği gibi “Kuşların hiç kimseye karşı sorumlulukları yoktur, kanatlarından başka. Hürriyetleri kanat çırpmalarıyla başlar. Lee de tıpkı kuşlar gibi hayallerini özgürlüğe çırpıyor.”